“Kayıp Söz” üzerine….
Kayıp söz, şiddetin ve
ihanetin sorgulandığı, barışa ve özgürlüğe çağrı yapan tüm zamanların romanı. Şiddet nerede başlar? Diye soruyor, Oya Baydar, “Kayıp Söz” de; Laboratuarda deney hayvanlarını keserken mi, savaşta ölürken, öldürürken mi? Çocuğuna kendi değerlerini dayatırken mi, insan acısının fotoğrafını çekerken mi? Töreyi uygularken mi, sevişirken mi, yoksa yabancıyı ötekileştirirken mi? Sonra ihanetin sınırı yeniden çiziyor romanında,
Uzaktan
izlediğimiz farklı kültürlerin ve yabancısı olduğumuz bambaşka hayatların içine
sızıyorsunuz romanda. Vicdan ile isyanın insan ilişkilerine yansımasına ve
sınır tanımazlığına, hümanist esintilerin realitesinde tanık oluyorsunuz. Ve,
hiç fark ettirmeden tutuyor elinizden Oya Baydar, Siz de tıpkı romandaki Ömer Eren gibi, kayıp
sözün peşine düşüyorsunuz, okurken...
Nerede başlar ihanetin sınırı? "... Biriyle yattığın zaman mı, yatmayı düşündüğün, istediğin, isteğini açık ettiğin zaman mı?"
Oya Baydar bütün bu değerlerin evrenselliği ve kaçınılmazlığını "Kayıp
söz" de farklı yaşamlar üzerinden tahlil ediyor.
Kitapları çok okunan ünlü bestseller yazarı Ömer Eren, yazacağı sözü yitirmiş artık yazamaz olmuştu. Bir söz arıyordu, bir kitaba başlayıp bitirebilmek için onu tetikleyecek tek bir söz. Ankara Otogarında beklerken, asker uğurlamaya gelen bir grup arasından atılan silahla bir kadın vurulur, o esnada bir ses duyar Ömer Eren, “Zarok Kuştin! Çocuğu öldürdüler!”
Bir söz ararken duyulan bir söz… “Zarok Kuştin! Çocuğu öldürdüler!”
Kaybettiği sözü bulmak adına, duyduğu sesin
peşinden doğuya gitmeye karar verir. Tıpkı oryantalist bir gezgin gibi. Fakat
yabancısı olduğu coğrafyalarda tanık olduğu yaşantılar ona kendini ve aile
ilişkilerini yeniden sorgulatır.
Ömer, doğuya doğru yola çıkarken karısı Elif
ise batıya Norveç'e doğru yolculuğa çıkmıştır. Bu yolculuk onun için bir
taraftan oğlu Deniz ve torunu Björn’e kavuşma diğer taraftan yıllarca kendinden
ödün vererek yakaladığı başarısında, mutsuz bir kadın olarak kayıplarını
bulmaya gitmektedir.
Deniz, anne ve babasının kendisine dayatılan
başarı ölçütlerinden kaçıp Ulla isimli bir kadınla evlenir. Irak işgali
sırasında fotoğrafçılık yapar. Karısı Ulla'yı bir Sultan Ahmet gezisi sırasında
yaşanan bombalı saldırıda kaybeder, kendisi de yüzünden yaralanmıştır. Bu
olaydan sonra oğlu ile Norveç'in bir köyünde balıkçılık yaparak sakin bir yaşam
sürmeye başlar. Küçük Björn ise annesi Ulla'nın masal prensesi olduğuna bir gün
denizden, ya da bir masalın içinden çıkıp geleceği hayali ile büyümektedir.
Elif’in onları görmeye gittiği günlerde bir grup ırkçı Deniz’in evini yakar.
Deniz, dünyanın hiç biri yerinin güvenli olmadığı düşünmeye başlar. Oğlunu
alarak annesiyle birlikte İstanbul’a dönmeye karar verir.
Ömer Eren’in otogarda
dağdan kaçan Mahmut ve töreden kaçan Zelal’le karşılaşmıştır. Mahmut, tıp
fakültesinde öğrenciyken, yaşadığı haksızlıklara isyan edip dağa çıkmış bir
genç. Devlete sığınmamak için de dağlarda kalmayı tercih ediyor ve kendisi gibi
dağlara sığınan Zelal ile yolları kesişir bir gün. Zelal tecavüz sonucu hamile
kaldığı için töre gereği ölüm cezası almış genç bir kadındır. Mahmut,
kendisinin olmayan çocuğu sahiplenir. Ona umut anlamına gelen Hevi adını
verirler. Batıya gidip bir sahil kasabasına yerleşmek en büyük hayalleri olur.
Romandaki tek feminist
kadın Jiyan. Eczacı aydın bir Kürt kadını. Doğunun hâlihazır şartlarında son
derece doğal ve çok çekici bir kadındır. Ömer Eren’le kısa süreli fakat tutkulu
bir aşk yaşarlar.
Bir de Mesut var.
Zelal’in korucu ağabeysi. Hastanede yanlışlıkla Zelal yerine başka bir kadını
öldürür. Dağlarda gerilla olmak ona da ağır gelmiştir. İtirafçı olarak devlete
sığınsa da, bu sığınmanın özgürlük adına kendisine katkısı olmamıştır. Mahmut
ve Mesut'un yaşadığı devlet-gerilla ikilemindeki, özgürlük ve barış temalarını,
Mahmut'un babası, Ömer Eren'e farklı yaşatır. Mahmut’un babası “kahraman”
değil, “insan” yetiştirmek gerektiğini söyleyince Ömer, kendi oğlu Deniz’le
olan ilişkisini sorgulamaya başlar. Mahmut’la Deniz ’in ortak hikâyesidir, kendilerine dayatılan
ve öngörülen gelecekten sıyrılıp kendi gerçeklerini yaşamak.
Sultanahmet’deki
bombalı saldırı, Ankara Otogarındaki saldırı ve Norveçli Irkçıların Deniz’in
evini yakmaları… Ankara’daki hamaset ne ise Norveç’teki de o dur.
Savaş, şiddet, ötekileştirme ve ihanet kavramları
insan ilişkilerinde ve yaşamlarda farklı parametrelere ayrışsa da özgürlüğe ve
barışa olan gereksinimimiz ortak payda da birleşiyor.
“Kayı Söz”e ‘yol hikâyeleri’ romanı da
diyebiliriz. Hem uzaklara hem de kendimizden içimize...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder