ALİCE MUNRO’NUN KALEMİNDEN BAZI KADINLAR
Alice Munro 2013
Nobel Edebiyat Ödülü sahibi. Bu ödül ona beraberinde, İlk Nobel Ödülü alan
kadın öykü yazarı unvanını da getirdi. Daha önceki öykü kitaplarından sadece
‘Kaçak’ Türkçeye çevrilmişti. Bu yüzden ülkemizde aldığı Nobel ödülü ile
tanındı diyebiliriz.
Alice Munro daha
çok kadın öyküleri yazmasıyla tanınıyor. Kendisine Nobel Ödülü getiren
"Bazı Kadınlar" öykü kitabı da bunlardan biri. Fakat okuduğumuzda
anlıyoruz ki, sadece kadın(lar)ın hikayesi değil bu kitap. Çok…Hem de çok daha
fazlası var bu kitapta.
ALİCE
MUNRO'NUN KİTABINDA "ÖYKÜNÜN TADINA"
VARIYORSUNUZ.
"Bazı Kadınlar" toplam
on öyküden oluşuyor. Asla birkaç sayfaya
sıkışıp kalmış, öykücükler değil bunlar,
hepside olağan uzunlukta. İşte bu
yüzden öykünün tadına vararak okuyorsunuz her birini. Monro'nun öykülerindeki
en büyük ayrıntı; ‘Görülüp bilinen ile
gerçek olanın birbirinden farklı olduğu’ ayrıntısı. Ve ruhun derinliklerinde
gizlenen gerçeklerin kimi zaman karanlık gibi görünen durumlar karşısında gün
yüzüne çıktığına tanık oluyoruz, okurken. Yani var sayılan ile gerçek olanı
ruhun derinliklerinde gezinirken keşfedebiliyoruz.
NOBEL ÖDÜLLERİNDE ALİCE
MUNRO FARKI
Nobel Ödülünde neden Alice Munro diyenlere, cevabını zaten bu kitabında
veriyor, Munro. Birçok yazarının aksine öykülerini, klişelerden uzak bir
olaylar döngüsüyle aktarıyor okuyucuya. Zaman kavramına takılıp kalmıyor
mesela. Daha çok gündelik yaşamın içinden alınmış bir kesitle karşımıza
çıkarken sayfalar ilerledikçe geçmiş ile bugün arasında gidip geliyor yazar.
Okuyucuyu, karakterlerin bugünü ile çocuk ya da gençlik yılları arasında rüzgar
misali ustaca savuruyor. Bunu yaparken karanlık bir tünele sokuyor sizi. Sonrasında;
bir umudun, karanlık bir geçmişim ya da insan beyninin derinliklerindeki –
gerçek – ile yüzleştiriyor sizi.
Belirsizlikler ve geçmişin karanlık izleri arasında ilerlerken yorumlamaya,
yargılamaya üzerinde düşünmeye zaman tanımadan tünelin ucunda beliriyor bir
ışık.
Çok büyük bir acının altüst ettiği bir hayata tanık oluyoruz ‘Boyutlar’
adlı öykü de. Yazar, Doree nin yaşadığı acı üzerinden asla oynamıyor. Sadece
evde karşılaştığı manzaranın şokunu aktarıyor okuyucuya. Lloyd, benliğindeki
ruhsal sıkışmayı, pişmanlık ile huzur arasına kurduğu dengede ararken,
Çocukların akıbeti hakkındaki belirsizlik; gerçek dünya ile gerçek üstü bir
yaşam arasında, çocuklarını nerede düşlemek istediğini, Doree' nin kendisine
bırakıyor.
Okuyucu ise; belirsizliğin içinde izler
ararken, Doree’nin otobüs yolculuğu sırasında yeniden yaşama tutunuşuna
tanıklık ediyor.
Wenlock Yamacı’nda Öykünün ana karakteri –aynı zaman da anlatıcısı- Mr.
Pursin’in yemek öncesi kendisinden soyunmasını istediğinden bahseder. Bu
isteğin sebeb(ler)i bir muamma olarak kalıp belirsizliğini sürdürse de. Daha
sonra bu işi hiçbir zorlama olmadan kendi rızasıyla yaptığını kesin bir dille
itiraf etmektedir. Anlatıcı bu sayede hayata karşı, bakış açısının değiştiğine
işaret eder.
Serbest Radikaller' de Nita'nın; yaşamındaki gerçeklerle ilgili;
"Bazen nedenlerini hayali bir sorgucuya açıklamaya çalışırdı" yorumu,
aslında Nita'nın kendini yalnızlığa mahkum edişinin bir göstergesidir. Kendi
dünyasında yaşamayı seçmesi ve kendine layık gördüğü bu mahkumiyetteki düğüm;
evini zapt eden katile olan itirafıyla çözülür, kendisi de geçmişte bir cinayet
işlemiştir. Bu öykü de farklı bir
metaforla açıklanan, Nita’nın; kırmızı şarapta
bulunan serbest radikallerin kalbe mi iyi geldiğini, yoksa kalbe iyi gelmeyen
bir şeye kötü mü geldiğini, panik ve ölüm korkusu ile hatırlayamaması; Şuur
altının karanlıklarında kalmış pişmanlık duygusunun dışa yansımasıdır.
Ve, kitaptaki diğer öyküler… Belirsizliklerin, karanlık geçmişin, benlik
sıkışmasının ve kaygıların şekillendirdiği tüneller ve sonunun aydınlığa
açılması. Farklı coğrafyalarda farklı kültürlerde yaşayan kadınlarla ortak
yönümüz düşünce ve his dünyasının evrenselliği olsa da öykülerdeki karanlıklar,
belirsizliğin gizemi dikkatli bir okuru fazlasıyla cezp ediyor.