Kadınlarımız etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kadınlarımız etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Temmuz 2021

KIRSALDA RELAKS OLMAK…

ONLAR DA KADIN Yaz günlerinde sıcaktan ziyade bir başka ısınır içimiz. Yıl boyunca biriken yorgunluğu biraz olsun üzerimizden atmak isteriz. Bir çeşit relax olma isteği. Ve sıcak yaz günlerinde içinizi harekete geçiren o canlılıkla duygu ve düşüncelerinizde başlayan değişim tüm ruh halinizi de onarıma geçer. Bir kadın olarak daha güzel daha enerjik hissedersiniz kendinizi. Genel de ilk tercihimiz olan sahillere atarız kendimizi. Deniz… Kumsal… Ve güneş. Belki de kentsel hayatın bir getirisidir yaz günlerindeki bu değişim. Libidonuzdan başlayıp tüm metabolizmanızı etkileyen pozitif enerji. Kırsala indikçe farklılaşan değişimin sosyal ve kültürel etkileri gün yüzüne çıkar. Yaşamına farklı bir boyutta devam eder kırsal da yaşayan kadın. “Relax” olmanın anlamını bilmez onlar. Kimi köyler de güneşin doğuşuyla başlar gün. Issız tarlanın kenarına gürültüyle yaklaşır arkası römorklu bir traktör. Civar köylerden gelmiş kadınlar tek tek inerler traktörden. Mercimek tarlası sükûnet için de karşılamıştır yine misafirlerini. Sessizliğin yerini kadınların uğultusu alır. Başlarında rengârenk yaşmakları, dağılırlar yeşil dallar arasında. Çoğu zaman akan terlerini sildikleri oyalı yemenileriyle… Saat ilerledikçe hava da ısınmaya başlar. Ya güneş kavurur kararmış suratlarını. Ya rüzgâr acıtır, hoyrat bir el gibi yalayıp geçerken tenlerini. Kuruyup çatlamış ellerini güneş kanatmakta hiç de zorluk çekmez. Dallara, mercimeklere bulaşır kanları. Tarlanın sonu gözükür baştan beri de bir türlü ilerlemez zaman Konuştukları konular da, hayata bakışları da bizden farklıdır. Bazen yanık bir ağıt dolanır dillerine… Bazen hep birlikte söylenir türküler… Yüreklerin de kocalarının, çocuklarının sevgisiyle, dünü, bu günü ve yarınıyla. En az bizim kadar kadındır hepsi de. Kiminin elleri al al kınalı. Kimi sırtına sarmış bebeğini, kimi evinde beşiğinde bırakıp gelmiştir yavrusunu. Bir bakanı vardır elbet evinde, düşünmez. Ateşi mi çıkar? Aniden hastalanır mı? Altını iyi temizler mi evdekiler? Akşama kadar bekler mi? Annesinin memesine yapışıp karnını doyurmak için bebesi. Mercimek tarlasından alacağı yevmiyedir onun için önemli olan. Arada yanan içinin acısı nedendir bilemez. Düşünmek istemez belki de yüreği sızlar aklına her gelişinde. Sızlarda kadınlık, analık nedir bilmez ırgatlık. Sırtında sarılı getirdiyse bebesini tarlaya, o vakit daha şanslıdır kadın. Arada bir çeker alır kucağına, emzirir. Kızgın güneşin altında doyurur karnını. Kendi de soluklanır bu arada. Bebeğinin ak pak suratı giderir kısa bir an tüm yorgunluğunu. Fakat telaş eder sonra. Çok oyalandı mı göze batar. Anlar gerçi ırgat analar taze gelinin halinden. Vaktiyle onlarda emzirmiştir belki de aynı yerde, kucağında çocuğuyla oturup kurmuşlardır bağdaşlarını. Ya da farklı bir hasat zamanında başka bir tarlada. Duygu aynı duygudur. Telaş aynı telaş. Güneş aynı güneş. Nazım Hikmet baş tacı etmiş kadınlarımızı, Ne güzel de söylemiş “…..anamız, avradımız, yârimiz ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen Ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki ve kara sabana koşulan… Kadınlarımız.” derken bir şiirinde. Kentli kadınla tek benzer noktaları çocukları değildir elbette. Düşünürler akşama bir de yemek telaşı. Daha kolaydır onların akşam menüsü. Belki bir bulgur pilavı yanında ayran. Yemek bulaşık derken çay bardağı ellerinde sızar kalırlar çoğu zaman oturdukları yerde. Rüyalarında ne görürler, yaşamın hangi rengini taşır düşleri bilinmez, ama onlar da kadındır. Kuruyan elleri tam gevşeyecekken aralanır gözleri, hafiften irkilir yorgun bedenleri. Son bir yudumda bitirirler yarım kalmış bardağı. Ve iki üç dakikadan ibarettir kadınlıkları. Dekolte nedir bilmez çoğu. Ertesi gün güneşle birlikte hareket edecektir traktör. Başka bir tarlada aynı hikâye… Hayata dair…. Hayatın içinden…. Başka tarlada ve belki başka kadınlarla, başka bebeler…Güneş aynı güneş, sıcak aynı sıcak… Kadın olmanın zorluğu kentte de birdir, kırsalda da. Hisler aynıdır. Yürekler aynı. Kocalarından, babalarından çevrelerinden beklentiler de aynıdır. Onlar da kadındır… Kadın olmak hatta insan olmak adına… Haziran-2009 - Manisa Yayınlandığı Yer : İzmir İzmir Dergisi Sayı: 78/2009 -
Kum Dergisi Sayı:51/2009

7 Nisan 2019

DÜŞLERİNİN PEŞİNDEN GİDEN KADINLAR

Kaç kadın yaşantısında sadece kendini düşünerek radikal kararlar alabilir. İlk okuduğumuzda ya da duyduğumuzda bencillik gibi görünse de, gerçekte tam bir cesaret işi. Aslında kadınların çoğunluğu hayatlarında en az bir kez kurmuştur bu kısa cümleyi "Artık sadece kendim için". Kısmen de olsa artık her şeyi bir tarafa itip kendiniz için yaşamak. Tabii ki sevdiklerimizden, değerlerimizden vazgeçmek anlamında değil. Hayatı kendimiz için yaşanır hale getirmek. Hayattan beklentileriniz vardır ya düşleriniz de sadece kendinize ait. Ne olmak, ne yapmak istediğinize dair düşleriniz;

Düşlerin ve beklentilerin peşinden gitmek….

Fakat gerçekleştirmekle düşünmek arasındaki sınıra takılıp kalır çoğu kadın.

Ev de kocası, çocukları ya da anne ve babası hatta kardeşleri, çevresinde arkadaşları dostları çalışma hayatı, kariyeri derken gelip geçerken zaman artık aynada gördüğü ‘kendisi’ değildir. Kentli kadının, daha iyi bir eş ve daha iyi bir anne olma çabasıyla verdiği iç savaşı her daim devam eder. Yabancılaşmış bir o kadar da uzaklaştırmıştır kendi özünden. Yine de aynadaki yabancıyı yadırgamaz. Fakat hayıflanır içten içe…

Kırsalda daha farklıdır kadın. Her an ensesinde hisseden başkasının elini. Ürkektir bakışları..Belki de hiç tanışmamıştır aynalarla. Erkeği, ailesi, töresi, geleneği perde gibi inmiştir sırlı cama. Kadındır duyguları, kadınlıktan uzak yaşantısında. Feminen olmayı bilmez. Hiç hissetmemiştir bu duygunun derinliğini. Ah bir de annelikleri olmasa..(…)

Aslına bakılırsa “kadını” kentli ya da kırsal diye ayırt etmek ne derece doğru bilemem. Çünkü biri geleneğin, törenin pençesindedir. Diğeri kozmopolitikliğin.

Farklı coğrafyalar, farklı iklimler, var olanı değiştirmiyor. Zaman ve mekân farklılıkları olsa da tarih boyunca kadın, kendini hep aynı hissetti. Ayırt edilmesi gereken tek şey; kadının farkındalığını kabul ettirebilmesi. Bunun anahtarı ise özgüven.

Yıllardır kadınla ilgili birçok sivil toplum örgütleri kadının toplum içindeki yerini belirginleştirmede, hak ve özgürlüğünü kazanmasında başarılı çalışmalar yapmaktadır. Yasalar karşısında da durum aynı. Kadın eskiye oranla daha belirgin derece de korunup gözetiliyor. Bundan 10–15 yıl öncesine oranla artık kadın, varlığını tüm olumlu ve olumsuz yönleriyle ortaya koymaktan çekinmiyor. Çevrenin ve topluma yerleşmiş metaların geleneklerden törelere kadar kadının içine hapsedilmek istenilen kalıbını yavaş yavaş kırıyor.

Artık feminen fakat tuttuğunu koparan, yaşamını sürdürebilmek için bir erkeğe muhtaç olmayan, idealist, akıllı, mücadeleci, hırslı bir kadın var. Tüm bu tanımlar sadece kariyeri uğruna savaşan, ya da belirli bir sınıfın kadınlarına aitte değil. Toplum içinde yaşamını bir şekilde devam ettiren hemen her kadın gerektiğin de çevresindekilere başkaldırabiliyor. Daha yapıcı ve daha onarıcı. Zaman zaman kendinden ödün verse de yaşadığı her ne ise geri dönüşümünden elde edeceğini hesaplayabiliyor.

Kadın acizliğini kendine olan özgüveni sayesin de yenmeyi başarabiliyor. Toplumun kendisine mal ettiği kimlikten yavaş yavaş uzaklaşıyor. Yıllar boyunca izlenen her filmde, dizi de okuduğumuz her yazı ve kitapta karşılaştığımız farklı kadın tipolojilerinden uzak bir kadın var şimdi yaşayan. Aldatılan fakat sadık bir eş, bir gece kulübünde konsramatris, köyünde ağasının, töresinin kurbanı olmak istemiyor. Ezilen, sömürülen, ya da sadece cinsel bir meta olarak nitelendirilmek de istemiyor.

Kuşkusuz eğitimin rolü hat safa da, Anadolu’da eğitim görmemiş birçok kadın, eğitim gören kız çocuklarından öğreniyor yaşama dair her şeyi. Bir kadın olarak var olmanın, saygının, hakkını aramanın, kendini savunmanın, eşitliğin, analığın, kendine verdiği üstünlüğü çocuğundan öğreniyor. Ve, hayıflanıyor çoğu zaman yıllarca nasıl da horlanıp hakir görüldüğüne. Kızı, eğitimli o çocuğu ışık tutuyor bundan sonraki yaşamına.

Sonrasında birçok hemcinsi gibi o da sivil toplum örgütleri ve yasaların kendilerine tanıdığı hakla öğreniyor tek başına ayakta kalmayı.. Hayatın içinden kendi payına düşeni alarak, silkinip kendine gelmeye çalışsa da; Kimi zamansa tökezliyor bir yerlerde, çevresel faktörlerin baskılayıcı etkisi özgüvenini sindiriyor.

Önemli olan kadının toplum içindeki yerini belirlemede etkin rol oynayan tek gereksinimin (ihtiyacının) özgüveni olduğunu fark edebilmesidir. Sindirilmeye boyun eğmeden. Yaşantısı içinde ona yardımcı olacak tüm öğeleri ancak özgüveni sayesin de elde edeceğini bilmesi. Eğitim görmesine engel ailesi, çocuk yaşta evlenmesini öngören töresi, eşinden ailesinden çektiği sıkıntıya başkaldırmasının cesaretini ilk önce kendine duyduğu özgüveni sağlayacaktır. Yeter ki önüne çekilen setlerin arkasındaki ışığı fark edebilsin.

Yüzyıllar boyunca Türk ve dünya tarihine damgasını vurmuş birçok kadınlar oldu. Eğitimi, ideolojisi, azmi, özgüveni, ile imza atmıştır her biri kazandığı zafere. Ve yüz yıllar boyu kadını yazmıştır, bu tarih.

Florence Nıghtıngale, cephede görev yapan ilk kadın hemşiredir. Kırım savaşında İstanbul Selimiye kışlasında görev yapar. Bu görevi sırasında hastane koşullarının sağlıksız ve yetersiz olmasından dolayı, şartların düzeltilmesi için askeri yönetime baskı yapar. Bu davranışı bütün askerlerin gönlünü kazanmasına sebep olur. 1860 da ‘Nightingale Eğitim Okulu’nu açan Flarence hemşirelerin bilimsel olarak eğitilmesi gerektiği fikrini de yaygınlaştırarak bir ilke daha imza atmış olur. İngiliz ordusunun sağlık koşuları ile ilgi araştırmalar yapıp bu konu da üç kitap yazdı. 1883 de Kraliçe Victoria tarafından Kızıl Haçla, 1907 de Liyakat Madalyası ödülünü alan ilk kadın olmuştur. Sağlık alanındaki mücadelesini ölümüne kadar sürdüren Florence Nıghıngale’nin adı bugün İstanbul’daki bir hastane de yaşıyor.

Rosa Parks, Terzilik yapan sıradan bir Amerika’lıyken. Otobüste beyaz bir erkeğe yer vermemesi hayatını değiştirir. Irk ayrımının yapıldığı ve siyahî hareketlerin sıklıkla yaşandığı dönem de yapılan otobüs boykotuna sebep olur. Ve 1957’de Temsilciler Meclisi’nin siyahî üyelerinden John Coyers’in sekreteri olarak işe başlar. İlerleyen yıllarda ‘Rosa ve Raymond Park Kişisel Gelişim Enstitüsü’ kurucuları arasında yer alan Parks Siyahların haklarına savunan birçok dernekte görev alır.

Jeanne D’arc, 1412 yılında doğmuştur. Zengin bir çiftçinin kızıdır. Yüzyıl savaşları sırasında gaipten duyduğu seslerin izinden giden D’arc, Kendisine “Fransa’yı İngilizlerden kurtarması gerektiği” emrini aldığını söyler. Kral Sekizinci Chars’a Orleans kuşatmasında orduyla savaşa katılmak için yalvarır. Duyduğu gaipten sesler sayesinde Ordudaki askerlerin moralini yükseltir. Fransız ordusunun birçok savaşı kazanmasına sebep olur. D’arc son savaşında esir düştüğünde cadılık iddialarıyla Rauen Pazarında yakılarak öldürülür. 1920 yılında Papa 15. Benedict tarafından azize ilan edilmiştir.

Ve, bizden bir örnek Halide Edip Adıvar, Milletvekilliği de yapmış bir Profesör. Çoğumuz sadece yazdığı romanlarla, Sinekli Bakkal ve Ateşten Gömlek’le tanırız Adıvar’ı . Kurtuluş Savaşında Mustafa Kemal’in yanında görev yapmış bir Türk aydınıydı Halide Edip. Kurtuluş savaşında İstanbul’un çeşitli semtlerinde düzenlediği birçok mitingle halka mücadele ruhunu aşılamıştır.

“Yemin ediniz! Benimle birlikte ağlayan minarelerin altında yemin ediniz!” derken kadın erkek toplanmış halktan tek bir ağızla “Vallahi ve Billahi” sesleri yükselmişti. Kim bilir bu gün hayatta olsa Atatürk’ün emaneti olan Cumhuriyet’i sahiplenici ruhuyla, gurur için de davasını sürdürürdü. Tıpkı Türkan Saylan’ın çağdaş eğitime verdiği katkıları, Sağlık alanındaki başarıları gibi.

Ve diğerleri…Kösem Sultan’ı, Nene Hatun’u, Sabiha Gökçen’i, Keriman Halis Ece’si sadece bir kaç isim

Hepsi de amaçlarını araca dönüştüren, kendilerine tanıklık eden birçok hemcinslerini ve erkekleri peşinden koşturan kadınlar.

Şansları ya da talihsizlikleri, tesadüfleri ya da kader çizgileriydi belki de onları yaşamın için de sürükleyen. Fakat ortak noktaları “kadın olmak”dı. Ve, kendilerine duydukları özgüvenleriydi, onları başarıya ulaştıran.

Yayınlandığı Yer : Afrodisyas, Sanat ve Kültür Dergisi Mart-Nisan 2010 Sayı: 20

Kum Edebiyat Dergisi - Mart-Nisan 2010 Sayı:55