12 Kasım 2008

TABULARIMIZ...

Tabular, bir bakıma yasakların kutsallıkla bağdaştırılmasıdır. Men edilenin mukaddes sayılmasıdır. Düşününce kimi zaman eğlendiren bir kılıfa bürünürken, alternatifleriyle karşılaştırıldığında ise ürkütücü bir hal alır. Tabular hayatı sınırlar, gerçekle hayal arasında sıkışıp kalır insan. Bir tarafta yapmak istedikleri, beklentileri diğer tarafta tabuları
Bilimde teknolojide sanatta bu denli ilerlemişken, hala zihinlerde yerleşmiş tabuların yaşamlara yön vermesi "acaba irdelenen, geçmiş yaşamlar mı?” sorusunu akla getiriyor.
Ya Yıllar önce….
Geçmiş zaman olur ki.... Diye başlamak belki de en doğrusu.
Her yenilik benimsense de alışıla gelmiş olandan vazgeçmek imkânsızdı. Tabularımız her daim güncelliğini korumaktaydı.
Yıllardır süregelen dinsel açılımlar ile gelenek ve göreneklere olan bağlılık, hayatın akışını tek düze fakat çoğu zaman katı kuralcı bir yaklaşımla çiziyordu. Toplum, farklı enstantanelerle gelen yeniliği garipseyerek benimser, karşılaştığı ayrıksı yaklaşımlarda klişe yorumunu yapmadan duramazdı, "Eee. Devir değişti artık"
Şimdi farklı mı?
Tabuların sert, kimi zamansa ürküten kuralları gündelik yaşamlardaki yerini korumaya devam ediyor. Fakat daha üsluplu, taviz götürür, ılımlı yaklaşımlarla ve asla kopmadan.
Tabular yıkılıyor…. Tabular yıkıldı….. denir . Fakat değişen sadece zamandır. Zamanın içinde gidip gelen fikir ayrılıkları tabuları yıkmaktan ziyade önünü perdeler.
Tabuların insan yaşayışlarını nasıl şekillendirdiği, etki ve sonuç ikilemindeki paradoksu; dinsel açılımlarda ve sosyo-kültürel yapıdaki tezahürü analiz edilmelidir.
Tabuların sorun teşkil eden etkilerini iki farklı başlık altında toplamak en doğrusu. Kişisel ve toplumsal tabular.
Kişilik yapılarının belirleyici özellikleri, duygu ve düşünceler, algılama ve davranış biçimleridir. Gelenek ve görenekler, ahlaki değerler ve dinsel inançlar ise evrensel değerlerdir.
Bütün bu kavramlar bireyin, doğumla başlayan süreçte önce aile daha sonra da çevresel faktörlerin yönlendirici etkisiyle karakter yapısını oluşturur. Tabuların şuuraltına yerleşmesi de bu çok bilindik psikolojik ve sosyo-psikolojik yapılandırma sürecinde gerçekleşir. Yokluğunda tüm evrensel değerlerinde yok olacağı ya da zedeleneceği kuşkusu güç kazanır.
Tabular, düşünsel açılımlarla evrensel değerler arasında oluşturulmuş bir köprü vazifesi üstlenirler. İkincil bir seçenek yoktur. Bahsedilen tüm manevi değerler, kutsallık anlayışıyla pekişirken, zihinlerde insan psikolojisini inşaya çalışan bir komuta merkezi oluşur. Düzenek bir ömür boyu fire vermeden çalışmaya devam edecektir.
Bireysel düşünüldüğünde vazgeçilmez gibi görünse de tabuların etkisi topluma uzandıkça kabuk değiştirmeye başlar. Bu değişim toplumdan insana ulaşan bir geri dönüşüm sürecidir. Toplumdan- insana, insandan- topluma dönen çark aynı eksen üzerinde ilerleyişine devam eder.
Ortak yaşamın paylaşılmasında geçerli tüm kurallar bütünü, sosyal yaşantıyı devam ettirebilme zorunluluğu ve sosyal davranışların çözümlenmesinde tabuların yaptırımı ya da men etme gücü maksimum düzeydedir.
Toplumsal gerçeklerin hayatı yaşanır hale getirebilmesi için ikincil bir dünya yaratma metaforu ağır basar. Çelişkiler, uyum sorunu ve zıtlıklar….Ve kişi kendi kaosunu yarattığı anda tabular devreye girmektedir. Yaşanan süreçler anlıktır. Refleks gibi. Kabul gören seçenek –benim tercihim hissi verir. Opsiyonu yoktur.
Tutarlık, paylaşma arzusu ve denge arayışı ile birey kendi zihniyetinde tanımladığı bir dünyada artık daha mutludur.
Toplumlardaki sosyo-psikolojik ve sosyo kültürel değişim, tabuların sosyal antropolojiye olan dayanağını baz alır. Zaman için de değişen dengeler tabularında kimlik değiştirmesine sebep olur.
Kişisel tercihler, sosyal ilişkiler, mesleki yapılanma derken tabuların artarak çoğalan etkisi; Kişi ve toplumdan sonra devlete kadar uzanır.

TABULAR VE ENTELLEKTÜELLER
Yaş, cinsiyet, statü farklılıkları gözetmeksizin her yaşamın içindedir tabular. Ve, hemen hemen her meslek grubunu içine hapsetmiştir.
Başarının sırrı; mesleki prensiplerden geçer. Öncül inanç sistemi, öğrenme, araştırma ve gözlemleme yetisiyle daha da çok beslenir.
Tabular ise bu nokta da arkasına sığınılacak bir siper görevi üstlenir. Gerçeğinden ayırt edilmesi zor, taklitçi ve kamufle etme yeteneği ile yapılanmıştır. “Tabu” olarak adlandırıldığında kabul görülmeyeceği sezgisi güçlüdür. Ne koordinatı vardır, ne de frekansı. Prensip edindiği ilkelerin, realiteden sapmış ve handikaplar arasına sıkıştırılmış tabular olduğunu kabullenmek zordur. Bu meslek anlayışı ile sıçramaya çalışır, fakat asla kendi duvarlarını aşamaz.
Değer yargıları ve etik kurallar tartışılır. Tabular ise asla gün yüzüne çıkmaz.
Entelektüellerde nasibini almıştır tabulardan. Zihinlere yerleşmiş hazır şablonlardan asla kurtaramazlar kendilerini. Türkiye’de iki çeşit entelektüel vardır. Birincisi gözü kara entelektüeller, ikincisi akıllı entelektüeller. Bu noktada hemen soralım. Gözü kara entelektüeller akıllı değil mi? Tabii ki akıllı. Ama burada bahsetmek istenilen akıldan ziyade akıl yordamı.
GÖZÜ KARA ENTELEKTÜEL; Düş ve düşünce dünyası her daim sabit fikirler üzerinde döner durur.
İnandığı, savunduğu, doğruluğundan kesin emin olduğu konuyu hiçbir çekincesi olmadan, korkmadan yılmadan yazar ya da paylaşır. Yazdığının arkasında durur. Ne dilin kemiği vardır. Ne elinin ayarı. Kim eleştirir? kim ne der düşünmez? Sınır tanımaz üslubu, kalemi vardır.
AKILLI ENTELLEKTÜELLER; Onun için önemli olan sadece takdir edilmektir. Eleştirilmek normal gibi gelse de asla tahammül edemez. Yazdığı ya da paylaştığı konu her ne ise mutlaka bir açık kapı bırakır. Belli bir kutba oturtulmaktan korkar. Ne şiş yansın ne kebap misali ortalık yerde gezinir fikirleri. Akıllı oluşları da bu yüzdendir zaten. Kesin yargılar içerse de yazdığı/ paylaştığı konular sınırları yoklamaya çekinir.

TABULAR VE İNANÇLAR
Tabular deyince ilk akla gelen dinsel açılımlardır. Tabular dinsel kriterlerde değil mantalitede aranmalı. Netice de ülkemizde yaşanan. İslam; etnik ve gelenekçi bir kalıba bürünmüştür Dini yaşamanın insana kazandıracağı manevi lezzet düşünülmez. Sınırlar, perdelemeler ya da saptırmalarla din, kendi öz realitesinden uzak, siyasal çizgilerle ya da örgütsel yaklaşımlarla iki tarafa çekiştirilmektedir.
Kişiden topluma artarak çoğalan tabular, bireylere dindeki kimlik arayışını sorgulatır.
Dinde yaşanan kişisel/toplumsal tıkanıklık tabularla aşılmaya çalışırken geri dönüşümü daha çok vicdan muhasebesi olarak ortaya çıkıyor. Neticede İslam dininin, esas ve kaideleri üzerindeki geniş yelpazesi ve hoşgörüsü tabularla sınırlandırılıp, seküler bir kalıba sokulmaya çalışılıyor.
Dinde tabuların yıkılması söz konusu olduğunda, bu toplumda dinin istismar edileceği kuşkusu yaratıyor. Tabular, dinde bireyleri inanç sistemlerine göre farklı ad ve sıfatlarla değerlendirip, sınıflandıran, sınıflandırırken de kimi zaman yargılat(tır)an bir kalıba bürünüyor. Din de yaşanan bu kabuk değiştirme toplum(lar)da dinin nasıl yaşanması gerektiğini bilmekten ziyade dini yaşama uydurma olarak algılanıyor.
Tabuların yaşamlara bu denli hakim olması Ahlaki açılımları, gelenek ve göreneklere bağlılığı, ve değer yargılarını ya tamamen dinle bütünleştirip, birbirinin olmazsa olmazı yapar, yada kişiselleştirerek karakteristik bir kalıba sokar.
İslami kesimde tabuların yokluğu ya da aradan çıkması dinden kopma, dini gereği gibi yaşamaya engel, modernize olmuş toplumlarda ise kaliteli yaşam tarzına vurulmuş darbe olarak görülüyor
İslamı yaşamak ya da modern hayatlar içinde var olmak adına iki kutup arasında yaşanan med cezir bir kaçış sendromu olarak tabuların içine hapsedilmiş durumdadır.
Tabuların etkisi toplumdan devlete kaydıkça, gündelik yaşamda süregelen zıtlıklar da ivme kazanır. Laik ve anti laikler, İslamcılar,dinsel örgütler hatta mezhep farklılıklarından dolayı yaşanan sorunların çözümü topluma mal edilmeye çalışılırken, Devlet her zaman perde arkasını tercih eder. Konuyla yakından alakalı aydınlar ise sessiz sedasız yorumlarını, araştırma ve gözlemlerinin sonucu olarak ortaya çıkarır.
Türkiye’de sosyalleşme çabaları, modernize olmuş yaşam stilleri ile gün yüzüne çıkarken, toplumdaki kutuplaşma ve ayrıksı yaklaşımlar, sosyal ve kültürel yapıları ortak paylaşılan yaşamlara içkin bir o kadar da yabancı kılar.
Siyasi görüş farklılıkları, dinsel açılımlar, ahlaki değerler, gelenek örf ve törelere olan bağlılık, kutuplaşmalara yol açmıştır. Ülke genelinde yaşanan bu ayrıksı yaklaşımlar her siyasi dönemde benzer açılımlarla gün yüzüne çıkmıştır. Benzer fakat farklı adlarla. Kimi zaman sağ ve sol görüşler ya da İslamcı ve laik olarak, kimi zamansa grupları en uç noktalara taşıyan, benzer adlar.
Mana da büyük farklılıklar olsa da yaşamdan beklentiler her zaman aynıdır.
Fakat tabuların ‘kabul görmez’ etkisi dar bir mantıkla sorunlara yaklaşırken, toplumların kendi kültürleriyle var olma çabasını göz ardı eder.
İşte sosyolojinin devreye girmesi gereken nokta tam burası. Toplum bilimcileri, gruplaşmaya sebep olan farklılıkların ortak paydasını en doğru ve kaliteli yaklaşımlarla çözüme ulaştırmalı. Çözümü zıt kutuplarda değil orijinde aramalı.
Tabuların sosyal yaşamlar içinde yarattığı kırılma, toplumlardaki çözünürlük beklentisini hat safhaya çıkarmaktadır. İlgi, öznel olana yönelir.
Toplumdaki kültürel çeşitlilik geniş bir düşünce ikliminde değerlendirilmeli. Sorunsal olana radikal çözümler getirilirken tabuların yaptırımı, ayrıksı yaşamlarda tek tek değil, bir bütün olarak işlenmelidir.

Hiç yorum yok: