8 Nisan 2009

İÇİNİZDEKİ GİZLİ DÜŞMAN! KISKANÇLIK….

İÇİNİZDEKİ GİZLİ DÜŞMAN! KISKANÇLIK….

Eskiden birlikteliklerin tuzu biberi olarak bakılırdı kıskançlıklara. Bir sevgi gösterisi olarak algılanır, derecesiyle sevginin büyüklüğü ölçülürdü.
“Ne kadar çok seviyor, bak… Nasıl da kıskanıyor..” derken bir zamanlar, bu gün ise kıskançlıklar zehir eder yaşantımızı. Aslanpençesine düşmüşçesine parçalar, önce kalpleri sonra hayatları.
Nasıldır kıskanan kişinin psikolojisi. Onu iç dünyasında dehlize sürükleyen, içindeki irini dışa akıtıp akıtmamakta kararsız kılan ruh hali.
Tıptaki adıyla “Othello Sendromu”. Shekespeare’in ünlü oyunu Othello’dan almış bu adı.
Shekespeare’in dediği gibi “…Kıskançlık beslendiği avla oynayan yeşil gözlü bir canavar” mı? Bilinmez. Fakat Özgüveni o kadar çok gelişmiş ki, sezgilerinin onu yanıltabileceğini hiç aklına dahi getirmiyor. Neden niçin diye sormuyor kendisine. Sadece ben diyor.
Üstünlük kavramını sadece kendisiyle özdeşleştiren, bencil, hükmetmeyi seven, ruhları, bedenleri, kişilikleri esir alan, esir aldığı bedeni duygusal travmalarla işkenceye maruz bırakan gizli bir düşman kıskançlık. Ahtapot misali tüm benliği saran bir yaratık.
Sinsice kana karışan bir zehir kıskançlık. Neden niçin sorularını sordurmaz kendinize. Uzun zaman belki de bir ömür boyu bilmeden yaşarsınız içinizdeki o gizli düşmanla. Fark ettiğinizde varlığını…. İşte o vakit acıtır içinizi.
Belki de iş işten geçmiştir artık. Ya da tam tersi, kendini ele vermek belki bir başlangıçtır kıskançlıkla savaşmak için. Korkusu, kendini kamufle etme yeteneğiyle eş değerdir.
Kıskançlığın hüküm sürdüğü ilişkilerde zaman ilerledikçe şüphe ve kuruntular baş gösterir.
Telefonla aradığımızda karşımızdaki kişiye yöneltilen ilk söz genelde “Neredesin?” olur. Aslında arama sebebimiz nerede olduğunu öğrenmek değildir. Hatta “Onu ne kadar çok sevdiğinizi” söylemek için aramışsınızdır. Fakat hiç aklınızda bile yokken o sözcük ağzınızdan çıkıverir.
“Neredesin?”
Şuuraltına yerleşmiş merak uyandıran o küçük şüphe tohumlarının asıl sebebi gizli düşmanınızdır. Çünkü o anda nerede ve kiminle olduğu sizde merak uyandırmıştır. Gözle görülemeyen ama teyidi istenilen bir durumu aleyhinize kullanmakta ustadır kıskançlık.
Benzer bazı sözcüklerle arasındaki kan bağı, insan ilişkilerindeki rolünü kimi zaman daha çekilmez kimi zamansa masumane bir hale sokar.
Gıpta etmek, kıskanmak ve haset.
Anlamları birbirinden farklı üç sözcük. Aralarındaki kan bağı ise anlam olarak birbirleriyle karıştırılmasından dolayıdır.
İnsanların zaafları vardır. Sevdiğimiz, vazgeçemediğimiz, sahip olduğumuz ya da olmak istediğimiz zaaflarımız.
“Kıskançlık” sahip olduklarımızın elimizden alınacağı duygusudur. Bir çeşit korku.
“Gıpta etmek” beğenilen bir kişiye benzemek ya da istediğimiz şeye sahip olma isteğidir. İki kelime arasındaki anlam farkı kıskançlığın ürkütücü boyutunu gün yüzüne çıkartmaya yetiyor.
“Haset” ise başkasında var olan fakat kendisinin sahip ol(a)madığı şeye duyulan zaaftır. Haset etmek sahip olduklarından dolayı kişilere beslenen zarar verme dürtüsünü tetikler. Başkasına karşı duyulan hasetlik duygusunun ikincil kişilere verdirdiği zarar söz konusu olduğunda kıskançlık eylemi gözümüze daha masum gözükür.
Kıskançlık, bireylerin hayatının bir döneminde yaşadığı sevgi eksikliğinin dışa yansımasıdır. Kardeşinin kendisinden daha çok sevildiğini düşündüğü çocukluk dönemi. En yakın arkadaşının daha ilgi gördüğü bir gençlik dönemi ya da eski sevgilisiyle arkadaşlığını devam ettiren partnerin varlığı.
Bu güne kadar kıskançlıkla ilgili birçok eser yayınlanmış. Bunların içinde en ilginci Rus yazar Yuri Oleşa’nın “Kıskançlık” adlı romanı. Roman Rusya’da yayınlandıktan bir süre sonra Sovyet düzenine karşı duran bir eser olarak anılmış. Romanın başkahramanları Nikolay Kavalyeros, Andrey Babiçev ve Andrey’in kardeşi İvan’dır. Andrey Ülkedeki mevcut sistemi destekleyen, mesleğinde başarıyla yükselmiş bir yiyecek şirketinde görevli müdürdür. Kendisini kıskanan arkadaşı Nikolay, Andrey’in sistem karşıtı kardeşi İvan ile bir plan yapar. Amaçları onu başarısızlığa sürüklemektir. Planları başarısız olur. Oleşa, romanında kıskançlığın insan psikolojisine verdiği zararları da ironik bir yaklaşımla ele alırken, kıskançlığın kişiden topluma yansıyan etkilerini de belirgin şekilde vurgulamış.
Renè Descartes’e göre ise kıskançlık “Sahip olduklarını koruma isteğinden kaynaklanan bir tür korkudur”. Sahip olduğu şeylerin elinden alınacağını düşünmek kuşkusuz her insanda huzursuzluk yaratır. Burada kıskançlığı bir tür “savunma mekanizmasının devreye girmesi” olarak değerlendirebiliriz.
Aileden gelen yetiştirilme tarzı ve kültürel açılımlara bir de karakteristik özellikler eklendiği zaman kişi kendini bir anda kıskançlığın pençesinde bulur. Gündelik hayatta yaşadığınız olaylar ve o olaylara karşı tutumunuz aslında sizi siz yapan özelliğinizdir.
Kıskançlık duygusunun nüksettiği andaki duygu ve düşüncelerin daha sonraki zamanlarda objektif bir bakış açısıyla analiz etmek gerekir.
Empati yapabilme sanatının yoğun şekilde kullanılması ise çare olabilir. Belki empati yapabilme yetisine herkes sahip olabilir. Fakat sanat kelimesi herkese özgü olmayışının bir ifadesidir. Sanat, ifade yeteneği gerektirir. Beceri, itina ister. Hassasiyet gerekir. Hassasiyet, özveri ve özgüven.
Kıskançlığın ruh halinizi bir boyuttan diğerine taşırken sizde bıraktığı izleri hiç düşündünüz mü?
Hiç kendi canınızı acıttınız mı?
Bilerek, isteyerek belki biraz sadistçe zarar verdiniz mi kendinize.
Birini kıskanmak, kıskanıp bunu kendinize itiraf edebilmek.
İtiraf kolay.
Peki ya kıskançlık huyundan tamamen arınmak.
Sigmund Freud kıskançlığın oluşumunu duyulan acılar üzerinden değerlendirmiş. Kıskançlık üzerine yaptığı araştırmalar ise gerçekten başlı başına bir yazının konusu. Kıskançlıkla ilgili yapılan tüm tanımlamalara Freud’un bir sözü son noktayı koyacak değerde. “Kıskançlık insanın doğasında var olduğu için değil, kaçınılmaz olduğu için evrenseldir”
Kıskançlık duygusuyla baş edebilmenin zorluğu ise bu bilinçaltındaki duygu yoğunluğundan kaynaklanıyor. O an hissedemediğimiz. Fakat bir anda kendinizi o eylemi yaparken bulduğunuz yoğunluk.
Kıskançlığın ülkesi yok. Dini, dili, yaşı, ırkı, cinsiyeti de yok. Bu da kıskançlık sebebinin temel de tek bir nedene dayandığını gösteriyor. Bir çeşit ruhsal bozukluk. Belirli bir ölçütü olmayan, birçok olumsuz duygu, düşünce ve davranışın ana kaynağı. Kimi zaman dışa yansıtılırken, kimi zamansa bireyin kendi iç âleminde mücadelesini verdiği bir yaşanmışlık. Yani tamamen kişisel. Önemli olan kıskançlığın kronikleşmemesi.
Freud’un ve Descartes’ten yola çıkarak “içinizdeki gizli düşmanı”, “kaçınılmaz bir korku” olarak adlandırabiliriz.

25 Şubat 2009 Çarşamba

Yayınlandığı Yer: Maviada Dergisi Bahar 2009 Sayı:13

Hiç yorum yok: