Edebiyat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Edebiyat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Şubat 2019

ARAF’TA KALAN ADAM

Çığlıkta ahenk aranmazCemil Meriç Jurnal-II 1981
Ölümünün üzerinden yirmi iki yıl geçen Cemil Meriç Yunanistan’dan Hatay’a göç etmiş kendi halinde yaşayan bir ailenin çocuğuydu Cemil Meriç. Fransız eğitim sistemiyle idare edilen Antakya Sultanisi’nde okudu. Okulda ve mahallede göçmen olduğu için arkadaşları tarafından dışlandı. Bu dışlanış onu çocuk yaşlarda benliğine kazınan ve ömür boyu ruhuna işleyecek olan yalnızlık duygusuyla tanıştırdı. Girdiği her ortamda kendini yabancı hissediyordu. Hisleri onu bir süre sonra kendi dünyasına, yalnızlığa ve kitapların arasına mahkûm etti. Artık dış dünyadan kendini soyutlamış sadece okuyordu.
Sosyalist eğilimlerinden dolayı liseyi bitiremedi. Okuldan atıldı.
“Marksizm” diye haykırmıştı mahkeme salonunda. Bir sabah evinden alınıp nezarete atılmış. İdamla yargılanmıştı. Suçu ‘Hükümeti devirmek ve sosyalist bir devlet kurma girişimiyle bulunmaktı’. Mahkeme de beraat edip, hapisten çıktığında birçok dostu yüz çevirmişti. Haykırışının asıl nedeni farklı olmaktan duyduğu acıydı. O farklıydı. Çocukluğunda, gençlik yıllarında ve sonrasında…. Mahkeme salonun da yükselen haykırış bir isyanın dillenişiydi. Kendini dışlanan, ezilen biri olarak görüyor, yalnızlığın, itilmişliğin, hor görülmenin isyanını yaşıyordu. Marksizm hayata tutunabilmek için bir araçtı onun için. Arafta kalmıştı.
Münzevi geçen ömrünün her karesinde daima okuyacak ve yazacaktı. Kendini tanımak için okuyordu daha çok.
Balzac ilk aşkıydı. Düşünsel gelişmesini Paul Bourger ve Taine’ye borçluydu. Rausseau ve İbn Haldun ise düşünce hayatına yön veren ustaları olmuştu. Quinet ve Michelet’ den hocalarım diye bahsediyordu. Hugo, chateaubriand, Voltaire ve diğerlerinden de etkilendi..
Her okuma çalışması ona farklı bir dünyanın kapılarını açarken, “Fırtınaya tutulan bir hayat yolcusuyum” diyordu Cemil Meriç. Duyguları, fırtınaya tutulmuşçasına sürüklüyordu onu farklı yönlere. “ On dokuzunda ateisttir insan” derken yıllar sonra dinsel arayışlar içinde kaybolacağını asla tahmin edemezdi. Her sürükleniş farklı bir ideolojiydi onun için.
1933’te bir dergide yayınlanan ilk yazısı “Geç Kalmış Bir Muhasebe” gibi yaşantısının her döneminde ‘hayatının muhasebesini’ yapmaya devam edecekti.
1936 yılında İstanbul’a gelen Cemil Meriç, Nazım Hikmet ve Kerim Sadi ile tanışır. Onlar için kendi imzasını kullanmadan Türkçeye iki kitap çevirir. İstanbul’da aradığını bulamamıştır. Yalnızlık hissi günbegün artarken buna birde açlık eklenmiştir. İşsizdir. Hataya geri döner. Köy öğretmenliği ve nahiye müdürlüğü yapar.
1942’de Tercüme Bürosunda işe başlar. Çalıştığı süre içerisinde 12 eleştiri yazısı yazmıştır. O günlerinden “Bu tenkitler bana sadece düşman kazandırdı.” diye bahseder Cemil Meriç.
Aynı yıl Fevziye hanımla evlenir. Ciddi anlamda hayatına giren ilk kadındır Fevziye Hanım. Elazığ’a Fransızca öğretmeni olarak atanır. Bir süre sonra istifa ederek İstanbul’a geri döner. Işık Lisesinde Fransızca öğretmenliği ve İstanbul üniversitesinde okutmanlık yapar. Çeşitli dergi ve gazetelerde makaleleri yayınlanmaya başlamıştır.
Geçmişte birçok dönem yaşadığı maddi sıkıntılar ve önleyemediği yalnızlık duygusu….
Hayatının her döneminde psikolojik çözülmeler yaşasa da yalnızlığı ve açlığı hiç eksilmedi. Gerçek bir açlıktı bu. Midenin açlığı… Bilgiye açtı Cemil Meriç. Öğrenmeye.., okumaya açtı. Dosta sevgiliye duyduğu açlık, ruhun ve tenin açlığı…
Kasırgaya tutulmuşçasına savruldu benliği ötelere. Bu çözülme zamanla farklı arayışlara itti Cemil Meriç’i. Belki de hiç bilmediği, tatmadığı arayışlara. Ruhundaki boşluğu dinsel bir sığınmayla gidermeye çalıştı. Dine yöneliş kişiliğiyle birlikte çalışmalarını da etkilemeye başlamıştı. “Çığlıkta ahenk aranmaz” diyordu.
Cemaatlerin oluşumu ve bölünmesinde Marksizm’in sosyal ve beşeri yönden katkısının olduğunu savundu.
Marksist görüş ve düşünceler için “Neye inanırsak inanalım, bu bilimsel tezleri kabul ederiz” diyordu Cemil Meriç. Burada Marksizm’i ideolojiden ziyade temel bir kavram olarak ele alır.
Fakat Marksizm ve dinselliği sosyolojik yönden ele alan doktriner açıklamalarında genelden ziyade cemaat, mezhep ve gruplara göndermeler yapar. Yazı ve konferanslarındaki bu açıklamaları gruplar açısından ideolojik yaklaşımlarla farklı açılardan değerlendirilmiştir.
Bir yazar olarak kabul gören veya reddedilen bu görüş ve açıklamalarıyla, Cemil Meriç’i, kendisinden sonra toplumda Araf’a sürüklemiştir. Saint-Simon İlk Sosyolog, İlk Sosyalist" isimli kitabı düşünsel açıklamalarından dolayı hedeflediği sol kesimde kabul görmez.
1954 İlkbaharında gözlerini kaybeder Cemil Meriç. İstanbul ve Paris’te bir dizi ameliyat geçirir. Fakat görmesi imkânsızdır.
Yalnızlığı katbekat artmıştı. Utanıyordu körlüğünden, kendini işe yaramaz biri olarak görüyor, acı çekiyordu. Bir yazısında:
“ Gözlerimi göstermek istemiyorum. Körler bütün devirlerin hatta bütün ülkelerin paryası. Kör müsün? Kör olasıca? Hay kör Şeytan!.. Romanların bütün canavarlara hatta bütün sürüngenlere açılan kapıları körlere kapalı. Neden? O halde ızdıraplarından bir roman, bir şiirde yazamayacaksa kör, Kimin Hikâyesini anlatsın?” diyordu. Bir yıl sonra Jurnal’ı yazmaya başladı. Yazımı aralıklarla 29 yıl sürecekti, kendi hikâyesinin.
Artık karanlığa gömülen yaşantısından sıyrılıp çıkmak, benliğini aşmak istiyordu. En azından düşünceleriyle çıkmak… İki perdeden ibaretti yaşamı. Otuz sekiz yaşında kaybettiği gözleri, yaşamın ikinci perdesini açmıştı ona.
Kaybolan ışık sadece gözlerindeydi.
“Kendimizi tanıtmak irfanın varabileceği en yüksek merhale” diyordu.
Fikren hep uç noktalarda yaşadı. Ya büyük bir hayranlıkla bağlandı ya nefret etti. Kitaplara, okumaya, bilgiye açlığı hiç dinmedi.
İstanbul’a âşıktı… Kimi zaman istediğini buldu. Kimi zamansa hayal kırıklıkları yaşattı koca şehir ona.
Paris’e âşıktı… “Paris, Benim Rüyalarımın Şehri. Ben yıllarca orada yaşadım. Merius’la, Rastignac’la Julien Sorel’le… Paris’in büyüsü nereden geliyor. Evvela sevdiklerimin çoğu orada yaşamış. (…) Bütün uzak beldeler gurbet benim için., yalnız Paris Vatan.,”” diyordu Paris’e hayranlığını dile getirirken. Fakat istediği pencereden tanıyamadı Paris’i. Gözlerini kaybetti zaman tedavi için gittiğinde tanıştı âşık olduğu şehirle. Hastane de geçen günlerini “Quinze –Vingts Geceleri” adıyla uzun yıllar aralıklı olarak kaleme alacaktı Cemil Meriç.
Hisar dergisinde “Fildişi Kuleden” başlığıyla deneme yazıları yazmaya başladı.
Fil Dişi Kulelerinin hayatındaki yeri bir başkadır Cemil Meriç’in. Onun mabedi olmuştur bu kuleler. Sığındığı bir liman… Tıpkı yalnızlığı gibi… “Fildişi Kulenin penceresi pembe bir kristal. İnsanlar güzel görünüyor oradan. İnsanları sevmek için onlardan kaçmak gerekir. Ben kütüphanedeki insanları seviyorum. , ” diyordu bir yazısında.
Fildişi Kuleden” yazmaya uzunca bir süre devam etti Meriç. Fakat zihnindeki Fildişi kuleden sıyrılıp çıkması fazla uzun sürmeyecekti. Meşakkatli yaşamı ona dik durmayı öğretmişti. İstediğini elde edebilmek için sürekli didinip duran, hayatının her döneminde yaşamı tırnaklayan bir Cemil Meriç vardır.
O artık bir dava adamıdır. Yazıları öğretici, yol gösterici, bazen ideolojik, aydınlığa, açık ufuklara götürür okuyanı. Düşünmeye sevk eder. Felsefeden sosyolojiye derin bilgi birikimi artık daktilonun tuşlarındadır. Yaşama, insana, hayale, düşe ve reel olana onun gibi fildişi kulelerinden bakabilmek bir ayrıcalıktır. Aykırı düşünce sistemi ve sentezleri ile gözün alamayacağı genişlikteki görüntüler Cemil Meriç’le artık tek karededir.
Yasaklı bir aşktı Cemil Meriç için edebiyat. Tıpkı Lamia gibi. Fakat Lamia onun için yasaktan öteydi. Canından öte.
Yaşamına giren iki önemli kadın…. Büyük bir aşkla bağlandığı Lamia ve eşsiz hayat arkadaşı Fevziye Hanım. Birbirlerine gösterdikleri saygı ve sergiledikleri uyum belki de Cemil Meriç’e besledikleri aşktan ibaretti. Her ikisi de Kadın olmanın fedakârlığını ve vefasını ispatlarcasına bağlanmışlardı ona.
İlk kitabı Balzac’tan bir çeviriydi. Beğeni kadar eleştiri de toplamıştı.
“Hind Edebiyatı”ndan için “Kırk sekiz yılımı gömdüm bu sayfalara, Bir kitaba bir kıtayı sığdırmak! Neden Olmasın! Bir damla suda bütün bir deniz yok mu?........” diyordu Cemil Meriç. En önem verdiği en çok sevdiği eserlerinden biriydi. Fakat istediği ilgiyi bulamadı kitap. Belki de değerini anlayacak seviyede okuyuculara ulaşamadı. Kim bilir? Yusuf Ziya Ortaç’a yazdığı ithafda şöyle diyordu Meriç Hint Edebiyatı Hakkında;
“ Sizi Himayala doruklarına çağıran bir kitap bu. Tanrıları dinlemek istemez misiniz?
Bu çiçekleri üç beş bahtiyar için topladım. Harap mabedin kandillerini vecitleriyle,
aşklarıyla, tutuşturan üç beş bahtiyar için;
En derin sevgilerimle”
Kırkambar’da, Türk ve dünya edebiyatını ele almıştır Cemil Meriç. Edebiyatta, disiplinler arası geçişlerin ve akımların ön yargılardan, kalıplaşmış inançlardan sıyrılmasında düşünce sistemlerinin rolüne işaret etmiştir. Bir başka değişle Cemil Meriç, edebiyatın evrensel boyutuna farklı yaklaşımlar ve örneklerle dikkat çeker bu kitabında. Ölümünden sonra ki baskılar ise iki cilt olarak yayınlanmıştır.
Bir Facianın Hikâyesi, Mağaradakiler, Işık Doğudan Yükselir, Saint-Simon İlk Sosyolog İlk Sosyalist, diğer kitaplarından bazılarıdır.
Ve Jurnal’ler. Cemil Meriç’i anlamak, hayata onun yaşam felsefesinden bakmak için Jurnal’leri okumak yeterli sanırım. O Jurnaller hakkında “Yaşama bahanem, nerdeyse benden sonrakilere bırakacağım tek yararlı şey” diye bahsediyor.
Jurnal–1 ve Jurnal–2, Ölümünden sonra birleştirilen sayfalar. Kimi sayfada dindar olur Cemil Meriç, kimi sayfada ateist… Kimi sayfada melankoliktir, kimi sayfada mazoşist. Bazı sayfalarda batılıdır, bazılarında doğulu. Avrupa’ya hayrandır özellikle Paris’e, fakat vatanı bir başkadır onun için. Yalnızdır, ama hayat dolu.
Bulutlara benzetir duygularını… Bazen cinnet geçirir sayfalarında.
Tüm yaşantısını, hatıralarını, hayallerini, aşklarını, sıkıntılarını, sefaletle geçen yıllarını, otopsi masasına yatırdığı, masadaki her bir parçayı düşünce ve hisleriyle didik didik ettiği jurnaller.
Cemil Meriç, 1984 Ağustos’unda geçirdiği beyin kanaması sonucu sol tarafına felç iner. Üç yıl sonra yani 13 Haziran 1987 tarihinde hayatını kaybeder.
Kitaplarının yayını ve tüm telif hakları resmi varislerine kalmıştır. Daha çok oğlu Mahmut Ali Meriç ilgilenir babasının eserleriyle.
Fakat şanssızlıkları ölümünden sonra da peşini bırakmaz Cemil Meriç’in. Basılan her kitabında bir başkalık vardır. Eklemeler, gereğinden uzun dipnotlar, çıkartılmış ya da yer değiştirilmiş kısımlar. Farklı eller değmiştir Cemil Meriç’in kitaplarına. Asıllarına her ne kadar sadık kalınmaya çalışılsa da artık orijinal değildir hiç birisi. Bir yazara, bir fikir adamına yapılan en büyük haksızlık gibi hissediyorum bunu…
Cemil Meriç’i yaşatmaksa amaç, emeklerine, bilgisine, birikimine, onun sadece kendine has düş ve düşünce dünyasına, fikir hayatına, karanlık dünyasındaki ışığına saygı duyarak, eserleri üzerinde değişiklikler yapmadan yeni kuşaklara tanıtılmalıydı kitapları ve edebi kişiliği.
Oysa bir sermaye olmanın kokusu var şimdi kitaplarında. Yeni nesil nasıl tanıyacak Cemil Meriç’i?
“Geç Kalmış Bir Muhasebeyi” kim yapacak şimdi?…
Haziran 2009-Manisa

Yayınlandığı Yer : Maviada Dergisi Yaz 2009 Sayı:14