4 Şubat 2023

“BAŞINI EĞMEYEN KADIN” SUAT DERVİŞ’E


-MEKTUP-

“BAŞINI EĞMEYEN KADIN” SUAT DERVİŞ’E

Sevgili Suat,
Seni tanıdığım gün derin bir “off!” çektiğimi hatırlıyorum.
“Off ya! Keşke bugün yaşasaydın.”
Hatırlıyorum o ilk tanışmamızı; Elimde Liz Behmoaras’ın “Suat Derviş Efsane Bir Kadın ve Dönemi” adlı kitabı. Bir makalede okuduğu 3 kelime ile başlamış seni yazmaya Behmoaras; “Başı Eğilmez Kadın!”
Oturmuşum pencerenin önüne, okuyorum… Dakikalar akıyor peşi sıra.  Yumuyorum gözlerimi bir ara. Yumuyor ve hızla kaymaya başlıyorum derin, karanlık bir tünelinin içinde.
Zaman Tünelinin.
Sonra ortalık aydınlanmaya başlıyor. Uzaktan süzülüp gelen ışığa yöneliyorum.
Yıl 1940.  İşte gördüm seni!  Oradasın. Daktilonun başına oturmuş yazıyorsun yine.
Elinden tutup! Var gücümle çekmek istiyorum seni. Ait olduğun yere,  şimdiki zamana çekip çıkartmak istiyorum.  Bildiğin tünellerden farklı bu tünel. Sonu oldukça çetin. Arsızca mücadele etmeyi, haksızlığa, eşitsizliğe dur demeyi gerektiriyor.
Çünkü büyük bir boşluk var, yeri doldurulmayı bekleyen. Öyle büyük ki bu boşluk, kimsenin cesaret edemediği, her şeyin sarpa sardığı, kalemlerin cezaevlerine tıkıldığı, edebiyatın kapitalizme kurban edildiği bir dönem bizimkisi. Aslında senin hiç de yabancısı olmadığın tanıdık ve bildik ayak izleri bunlar. Balçık çamura batmış, çırpındıkça kayan diplere doğru çekilmeye çalışılan ülkemde, belli belirsiz ayak izleri…
Yaşam hikâyeni okuduğumda varıyorum bu kanıya. “İşte Bu!” diyorum. “İşte Bu Kadın çıkarabilir bizi aydınlığa!” Tıp profesörlerinden İsmail Derviş Bey'in kızı Hatice Saadet Baraner. Aynı zamanda Aristokrat bir ailenin kızı…
Almanya'da Berlin Konservatuarı ve Edebiyat Fakültesi'nde okudun.
Çocukluğunda öğrendiğin Fransızca sayesinde Montre ve Lozan Konferanslarında bulundun. Birçok ilk’e imza attın yaşamın boyunca. İkdam gazetesinde ilk kadın sayfasını sen düzenledin. İlk Basın Sendikasının 5 kurucusundan biri de sendin. Öyle ki o devirde Devrimci Kadınlar Birliğini kurucusu ve ilk başkanı da sen oldun.
Son Posta, Vatan, Cumhuriyet gibi gazetelerde röportajların yayınlanıp, romanların tefrika edildi. Yazar Reşat Fuat Baraner ile evliliğin yaşamının akışını tamamen değiştirmişti. Birlikte Yeni Edebiyat Dergisi'ni çıkartmaya başladığınız. 15 Ekim 1940–15 Kasım 1941 arasında yayınlanan dergide, fıkradan eleştiriye kadar birçok yazı ve öykülerin yayınlandı. Bu dergi Türkiye’de yayınlanan Toplumsal Gerçekçi Akımın ilk yayın organı oldu.
1944 tutuklamalarında evde eşin Baraner’i saklamaktan dolayı ve Fuat Baraner ile birlikte Türkiye Komünist Partisi’ ne katıldığın için tutuklandın. Bir yıl süren mahkûmiyetin ardından senin için sürgün yılları başlamıştı. 1953–1963 yılları arasında Paris’te yaşadın. Bu süre boyunca kalemin hiç durmadı. Paris’te yazdıklarını 1963 sonrası İstanbul’a döndükten sonra peşi peşine yayınlatmaya başladın.
Feminizm, tam bir yaşam biçimiydi senin için. Siyasi gerçeklerinden ayrı tutmayı, özgürlük ve dürüstlüğün bir nişanesi olarak üzerinde taşımayı başardın.
“Başını eğmeyen kadın” imajın öyle bir yer etmiş ki kişiliğine, adeta bütünleşmişti seninle. Suat Derviş’in adı artık bu üç kelime ile anılır olmuştu.  Duygularını dışa yansıtmayan bu güçlü kadın portresini romanlarındaki kadın karakterler üzerine bir gömlek gibi giydirmeyi başardın. Kadın senin kaleminde yeniden şekilleniyordu adeta. Dik başlı, gururlu bir o kadar da mağrur.
Öyle ki çocukluk aşkın Nazım Hikmet bile payına düşeni almıştı sıra dışı kişiliğinden ve GÖLGESİNDE adlı şiirinde seni şu dizelerle anlatıyordu.

Ağlasa da gizliyor gözlerinin yaşını;
 Bir kere eğemedim bu kadının başını.
Kaç kere sürükledi gururumu ölüme.
Fırtınalar yaratan benim coşkun gönlüme,
Ya bu kadın delidir,
Yahut ben çıldırmışım.
(…)
Hiç olmazsa hıncımı böyle alırım, dedim
Yola mağrur uzanan gölgesini çiğnedim.
                                                       Nazım Hikmet Ran


Bundan 60-70 yıl öncesi.. Adı ülke sınırlarını aşan belki de ilk Türk yazar sendin. Romanların birçok dile çevriliyordu.
Eserlerinin temel dayanağı ve ortak noktası gerçekçilikti. İdeolojilerini ve siyasi görüşlerini her zaman edebi yaşamında kullanmayı seçtin. Her benimseyiş edebi çizginde bir kırılma noktasına dönüştü. İlk romanlarında Osmanlı burjuvasını ve dönemin elit kesiminde kadının toplum içindeki konumuna dikkat çekerken, Feminizm ve Marksizm ile tanışman seni edebiyatta farklı bir yöne sürükledi. Bu yüzden olsa gerek; 1931 ve daha sonrasında yazdığın romanlarda Marksizmin sorgulanışını ve yarattığın karakterlerle feminizmin öncülüğüne dikkat çekmeye başladın.
 “Olan Şeylerin Romanı” (1937) ve Aksaray’dan Bir Perihan (1962) gibi ideolojilerinin daha ağır bastığı romanların gazetelerde tefrika edildi.
1944 yılında bir gazetede marksizmi sorgulayan "Neden Sovyetler Birliği Dostuyum?" isimli inceleme yazından sonra gazetelerin kapıları bir bir kapandı yüzüne. Yayınevleri de artık kitaplarını yayınlamaz oldu.  Bu durum 10 yıl sürdü
Hiç şaşırmadım!
Her dönemin sancısıdır bu; birçok yazarın kalemini kırmaya çalışan zihniyet. Yazdığı kitaplar yüzünden tutuklanmış yazarlarımız dün olduğu gibi bugün de var. Hatta basılmamış kitaplardan dolayı ceza evlerine tıkılan yazarlarımız bile mevcut. Zalim izin vermez buna. İstemez edebiyat keskin kalemlerle şekillensin. Dürüstlük, doğruluk, hakkaniyet ilkemiz, laiklik yolumuz olsun.
O dönem artık iş bulamaz hale gelmiş, çareyi, farklı isimler kullanmakta bulmuştun. Uzunca bir süre yazı ve tefrikalarını değişik isimlerle yayınlatmaya başladın.  Bu yöneliş uzun sürmedi, fakat bugün hala eserlerinin gerçek sayısı tespit edilemiyor.
Ölümünden kısa bir süre önce yazmaya başladığın anılarını bitirebilmek en büyük arzundu. Fakat ömrün yetmedi tamamlamaya… Ölümünün hemen ardından yarım kalan anı dosyası, daktiloda takılı son sayfayla birlikte evinden kayboldu. 
Her anı dolu dolu geçen bir yaşam sürmüştün oysa. Fakat bir yazar için en kötü şey vefasızlık olsa gerek. Bu keder dolu tümceden sen de payına düşüne almış, son yıllarını Beyoğlu’ndaki eski bir apartman dairesinde tek başına geçirmiştin. Ölümünden 3-4 ay önce seninle tanışma fırsatı bulan İsmet Kür , yıllar sonra o günlerden bahsederken şöyle yazacaktı.
 “…. Yaşamının son yıllarını bu yarı terkedilmiş binanın harap bir dairesinde ve yarı terkedilmiş olarak tüketti. Gelip giden sadık dostlarının sayısını, eskiyle kıyaslayınca, üzülmemek olası mı?En sadık ziyaretçileri hala, emniyet mensuplarıydı. 12 Mart günlerinde yaşından da yaşlı olması, kimi gecelerini karakolda geçirmemesi için bir neden sayılmıyordu.” [1]
Ve işte romanların.…
Kara Kitap (1921), Ne Bir Ses Ne Bir Nefes (1923), Hiçbiri (1923), Ahmed Ferdi (1923), Behire'nin Talipleri (1923), Fatma'nın Günahı (1924), Ben mi (1924),Buhran Gecesi (1924), Gönül Gibi (1928), Emine (1931), Hiç (1939), Çılgın Gibi (1934), Fosforlu Cevriye (1968) ve ilki Paris’te Fransızca olarak yayınlanan Ankara Mahpusu (1968) 
İlk kitabın “Kara Kitap”. Şadan isimli hasta bir kızın ölüme yaklaştıkça artan yaşama isteğini dile getirdin bu romanında. Kendi çocukluk yıllarına olan özleminin hikâyesiydi belki de. Senin gibi eski bir konakta yaşıyordu Şadan. Yaşama sevinciyle dolu romantik bir genç kızdı. Yaşlıların arasında geçen konak hayatını “Ölüm kokuyor” diye nitelendiriyor, çıkıp gitmek yaşıtlarıyla bir arada olmak istiyordu. Çirkin ve kambur Hasan’ın aşkına karşılık vermemiş. Onun ölümünden sonra gördüğü hayaller arasında can çekişleriyle hayatını kaybetmişti.
“Çılgın Gibi” romanında Batı da gelişmiş olan marksizmin yarattığı sosyo-ekonomik gelişimlerden etkilendin, Fosforlu Cevriye ise, ataerkil yapıya dur diyebilen, kadının kendi başına bir birey olduğunu, özgürlüğünü, haklarını ön plana çıkardığın ünlü romanın.
“Çılgın Gibi” romanının kadın kahramanları Çeşmiahu ve Celile, “Hiçbiri” romanının da Cavide ve tabi Fosforlu Cevriye’nin unutulmaz dik başlı asi ruhlu Cevriye’si.
Romanlarındaki kadınların ortak özellikleri; Toplumun, kadına biçtiği 2. sınıf insan olmanın ve geleneksel yapı içine hapsedilmiş sosyal rollerin, karşısında dimdik durabilen, yaşantısını ve kaderini yerleşmiş sistemsel yapıya aykırı yaşayan karakterler, olmasıdır.  Dediğim dedik, dik başlı, gururunu tüm değerlerin önünde tutan bir kadın tipolojisiydi karşımıza çıkan. Feminizm ile feminenliğin bütünleşip bir bedende harmanlandığı kadın karakterler.
Gerçekte gururlu, sıra dışı, duygularına gem vurmayı ilke edinmiş, haksızlığa boyun eğmeyen kadın portrelerin şekillendiği romanlarında, okuyucu; yarattığın olaylar döngüsüyle sınıfsal farklılıklara ve kadının her şartta bağımsız davranıp, yaşayabilen serüvenine tanıklık eder.
Eserlerini, yayınlandığı yıllardaki Türkiye’nin gerçekleri ile dünün ve bugünün Türkiye’sinde değerlendirecek olursak her üç dönemde de farklı izler bırakır.
Bu, toplumsal gerçekçiliğin kadından yansıyan izdüşümüdür.

                                                                               

NOT: Bu yazı (Mektup) 'Gün Yüzü Mektupları' adlı kitapta yayınlanmıştır.

[1] İsmet Kür –Yarısı Roman-Everest Yayınları
[2] Liz Behmoaras, Suat Derviş –Efsane Bir Kadın ve Dönemi-, Remzi Kitabevi, 2008

Hiç yorum yok: